14 Haziran 2013 Cuma

Gepetto.

Bileklerim bu hararetli konuşmadan etkilenip galyana gelen birer vatandaş. Heran dediklerimi yapmak için hazırda beklemekteler. Yüreğim bu hararetli saatlerin saniyeleri. Her atışında bir adım daha öteye taşır hayallerimi. Gülümsemen bir katil. Tam olası kurtuluşlarımı en ıssız anlarında gafil avlayan bir zorba. Sessizliğin ölüm. Yaşamak için can atan bir güvercinin can çekişirken yaptığı anlamsız refleksleri bile kısıtlayacak kadar gaddar. Yüzün. Unutmamak için direttiğim tek hatıra. Yüzün en sığ yanım. Yüzünün yumuşaklığı düşlerimin yorganı. Gülümseyen yüzünün tarifi olmadı bu dünyada. Kelimelerimin bile  yetersizliğe ulaştığı tek ütopya. Gözlerini kısışın mabet oldu bugüne kadar. Artık yakıp yıkılmış, uzaklaştırılmış olsam da tek hissettiğim bir yerlerde o gözün yine bir yerlere bakarken kısıldığı. Lütfen ağlamamış ol diye yalvarışlarım minik serçe. Eminim her biri senin gününü büyülemek adına çevrende uçuşup en üzgün anında duyman için ötüşüyorlar. Tenin. Tenin tenimdi. Öyle kalmalı. Şevkatin benim annemdi. Sonsuza dek yitirmek istemediğim bir oyuncağımdı. Onu yastığmın kenarına koyar yatardım. Terlediğinde uzaklaşsan da ayağın ayağıma değerdi. Değerdi ki bilirdim. Akardı tenime şevkatin. Heveslerin bıçaktı. Her biri çeliştikçe saplanan çelikten bıçaktı. Üstelik çok ucuza almıştın. İndirimdeydi her daim. Kızgınlığın babamdı. Hatırlamakta zorlandığım o otoriteydi. Susardım. Kızsam da kavga etsek de susardım. Çünkü baba her zaman haklıydı. Tokan hayatımdı. Denizatın da öyle. Amacın amacımdı. Amacın hep amacımdı. Benden kaçışın anlamsızdı. Bakakaldım. Uzaklaşışın can yakıcıydı, donup kaldım. Başkalaştığın her dakika yüreğime heveslerin saplanırdı fotoğraflarındaki gülümsemelerin tarafından. Başkalaştın. Uzaklaştın. Şu soğuk odada, bu koskoca yatakta, yalnız başıma kaldım. Orta boyutlarda bir kutuda hayallerimiz. Biriktirdiklerimiz. Sosyal medyada gizlenen yüzlerce resmimiz. Tenimizdeki izlerimiz. Aradığımız kişilerde aradığımız özelliklerimiz. Sahi hiç mi hissetmedin bir başkasında bana ait bir hissi belirgince? Sence nedendi? Doğru. Yaşanmışlıklar solup giderdi. Tıpkı benim gibi. Bileklerim bu hararetli yazıdan etkilenip galyana gelen birer vatandaş. Heran dediklerimi yapmak için birer emir kulu. Yüreğim sızıltıların habercisi. Her atışında adım adım gidişin yansır gözüme. Gülümsemen. Keşke gülümsesen. Keşke o tanrıyı aratmayan ihtişamınla beni yine büyülesen. Gözlerini kıssan. Dişin gözükse. Dalga geçsem. Yüzünün kokusunu taa buralardan hissedebilsem. Tapsam yeniden.

Keşke yeniden gelsen o gittiğin yerden de, burdaki kuklayı yokedebilsen. Çünkü seni hiç oynayamıyor. Bir kere beni gördüğünde şerit değiştiriyor. Benden tiksiniyor. Kokusunu hissettirmiyor. Bana bakmıyor bile. Sen gibi kokmuyor. Keşke sen gibi kokan bişey olsa da.. Keşke senin gibi saran birşey olsa da. Sussa şu gözlerim.


http://www.youtube.com/watch?v=biNwRyROLX0

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Yabancı

- " Kurtulamıyorum
Nefes alamıyorum.
Yoksun.
Katlettin beni.
Yok oluyorum.
Niye? "



Yine sıcak bir yaz sabahının ardından, güneşin ilk ışıklarıyla dünyanın dönüş yönündeki yoğunluğa karışmak amacıyla, biraz da geç olsa gözlerini araladı. Karşısında ilk gördüğü şey umutları, hayalleri, yüreğiydi. Çocuktu. Ne yaşadığını bilmiyordu. İçiyordu sık sık. Sabah saat 6 da gün doğuşunu izlerken içtiği bira şişeleri yatağının kenarındaydı. Onlarla uyumuştu. Dün gece içinden geçirdiği cümleleri düşündü. Güneşin doğacağını hissettikleri an ötüşen kuşlar gibi o da yine bir günü devirmenin mutluluğunu cebine hasretiyle beraber koydu. Kutusu biraz yıpranmıştı hayalinin. Ama yine de cebinde taşımaya devam ediyordu. Yüreğini sık sık ısıtan, sık sık da soğutan bu hayali ömrünün sonuna kadar bırakmayacaktı. Emindi. Birasından son yudumu alırken nedense gözleri dolmuştu. Polen alerjisi deyip umursamadı ama, yalnızlığın biriktirdiği tortular gözünü yoklamaktaydı.


Kalktı. Yatağını eskiden toplardı. Odasındaki o çamaşırlar ayaklarına dolanıyordu. Toparlanmalı diye düşündü. Hep bunu düşünüyordu çocuk. Bir de hayalini. Sonra yavaşça gerindi. Zar zor penceresini açtı. Kuşlar hala cıvıldamaktaydı. Not kağıdında yapılması gereken o iğrenç işler vardı. Günlerce ertelediği, üşendiği ve umursamadığı o mecburi işler. Çok dağılmıştı. Nasıl toparlanacaktı bilmiyordu. Tek istediği kaçmaktı. Tek istediği uçarak uzaklaşmaktı.


Evden çıkarken son bir kez ceplerini kontrol etti. Tüm dünya zımbırtıları cebinde, hayali öteki cebindeydi. Sokağa çıktı. Kalabalığa karıştı. Saatlerce işlerini halletti. Hiç konuşmadı. Güneş yavaş yavaş binaların arasından süzülürken, kendi kendine iyileşme senaryoları yazmaktaydı. Olamamıştı. İyi olmak zorundaydı ama olamıyordu. Her aklına gelişinde eli cebindeydi. Düşüreceğim korkularıyla hayalini avuçlarıyla sımsıkı tutmaktaydı.



Akşam üzeri alması gereken şeyleri hatırladı. Mesaj gelmişti. O karanlığa girmek zorundaydı. Girme vaktiydi. Korkarak ve titreyerek gitti. Evet, titredi çocuk. Sanki o uzun süre hayaliyle kucaklaşamayıp, sonunda onu kollarına alacağı günkü beklediğindeki gibi.


Titremelerini ayağını yere vurarak gösteriyordu. Ayağını yere vuruyordu durduk yere. Sallanıyordu. Farkında olmadan dudaklarını kemiriyordu. Çevrede insanlar el ele yürüyor, bişeyler taşıyor ve bir paketçi bir apartmana siparişleri teslim etmek için giriyordu. Çocuk havayı soluyordu. Sağ eli cebindeydi. Sımsıkı hayalini tutuyordu. Sımsıkı. Gittiği gün ona sarıldığı gibi. Çocuk her kapı sesinde irkiliyordu. Gözleri kapıya doğru dönüyordu. Fakat bir türlü o an gelmiyordu. 


Kapı açıldı. Hiç tanımadığı birisi geldi. Tanımadığı birisi hayallerinden bir parça daha getirmişti. Konuşulmuyordu o an. Eli sımsıkıydı. Eli fotoğraftaki gibi kenetlenmişti hayaline. Yüreğiyle tutmuştu. Boğazındaki kelimeler parmaklarından hayaline doğru akıyordu. Bunu öylesine güzel hissediyordu ki, o an dünyanın durmasını isteyebilirdi. Sonsuza dek sürmesini isterdi. Sonra herşey bianda geri çekildi. Tamamı beynine hücum etti. Bütün dünya, bütün yeryüzü, bütün kainat sanki beynindeki o karadelikte yutuluyordu o an. Önce beyni, sonra hayalleri, sonra kendisi, sonra tüm yeryüzü.. Bunun gerçek olmasını istedi o an.

"Belki de son" dedi. "Belki de son bir çözümdür" dedi tüm ruhuna hitaben. O sırada yabancı birileri birşeyler mırıldandı. Ama çocuk orada değildi. Çocuk nefesinin ciğerlerinden kana nasıl karıştığını, kanın beynine nasıl hücum ettiğini ve bedeninin ne nasıl titrediğini hissetmekle meşguldü. Elindeki kutu ısınıyordu. Dokunamadı bile diğerine. Elindeki poşetlerden birine koydu. Sonra biranda tüm müziğin bir noktada toplanması gibi herşey sustu. Kan akışı durdu. Bedeni titremeyi bıraktı. Nefesini tuttu. Yabancının gözlerine baktı. Yabancıydı. Yabancı olmayı çok hakediyordu. Elinde tuttuğu o minik hayali nasıl bu kadar yabancıladı bu yabancı diye düşündü. " Beynimi kemiren onca şey seni de kemiriyor mu?" diye sordu kendine içinden. Yabancı hiçbişey duymamıştı. Hayali onu çok farklı noktaya götürmekteydi. Başka şeyleri düşündürmekteydi. Sanki orda tanrıların tiyatrosu oynanıyordu da, hiçbir seyirci yoktu. Sanki orada tüm kainatın mahkemeleri kurulmuştu da tek zanlı çocuktu. Üzerine dikili o hayale benzeyen gözlerden çok korktu. Çok içlendi. Gözlerini yere çevirdi. Sonra tekrar güç alıp baktı.

Tekrar titriyordu. Sanki durmuş bir saat tekrardan çalışmaya başlamıştı. " Görüşürüz" dedi istemsizce. Biliyordu. Eğer bir yabancıyla bir kez daha görüşülseydi o kişi yabancı olmayacaktı. O kişi zaten yabancı değildi. Yabancı olmayı seçtiği için yabancıydı. "Keşke yabancı olmasaydı" diye yine o bacaklarına bağladığı keşkelere yenisini ekledi. Zaten çok zor yürüyordu. Neden böyle bir cümle kurduğunu kendisi bile bilemedi. Yabancı tek kelime bile etmedi. Belki de çocuk duymadı. Yolunu şaşıran çocuk ters istikamete doğru yürüdü. Sonra 3. adımda bunu farkedip yönünü değiştirdi. 

Yabancı gözden kayboldu. Çocuk evinin yolunu tuttu. Bu sırada sokakta insanlar yürümekte, bir çocuk topunu arabanın altına kaçırmakta,
 ve çok yakın bir sokaktan araba kornası kulakları tırmalamaktaydı. Çocuk saçlarının alev aldığını sandı. Ellerini götürdü. Herşey normaldi. Beyninin yandığını düşündü. İçerisi alev alevdi. Yüzü alev almıştı. Gözlerinin saçtığı alevden kendisi bile terlemişti. Elleri aksine buz gibiydi. Adımları seyrekti. Yavaştı. Biran sarhoşken de böyle miyim diye düşündü. Bilmiyordu. Merdivenleri ağır ağır çıktı. Tüm herşeyin yaşandığı o iğrenç odaya geldi. Poşetleri narince yere koydu. Gözlerindeki sıcakla fokurdayan burun kanallarından sümüğü akıyordu. Sertçe onu içine çekti. 

Yeni başlayacağı defterini aldı. Usulca kaleminin ucunu açmaya koyuldu. Hayatı da kalemi gibiydi. Hep bunu düşünmüştü. Hayatı boyunca kaç kalem tüketeceğini düşündü. Bu kalemler yabancılar sayesinde artıyordu. Önemsemedi. Tüm bu defterler ve kalemler yabancılar yüzünden var diye düşündü.


Yemin etmişti. Kendini uyuşturmak yoktu. Yeminler tutulmak içindi. Çünkü biliyordu, ne zaman birine söz verse, kendisi kalana kadar o yeminle devam ediyordu. Sonra o yeminle beraber kalınıyor, içiliyordu. Bir ayağında bağlı olan keşkeler, öteki ayağındaki yabancıların tutamadığı yeminler yürümeye öyle alışmıştı ki, artık onların bacaklarını kesişini hiç hissetmiyordu bile.



Derin bir nefes aldı. 

Ve yazmaya başladı.

- " Kurtulamı..

17 Nisan 2013 Çarşamba

Belirsizliklerin bedeni


Bir tanrıya inanış kadar gerçekçi savunuşlarımın ardındaydın sen. Radikaldin. Hararetliydin. Nefesimi ısıtan muhtemelen sendin. Her soğuk havada sokakta yürürken ağzımdan çıkan o buhar gibiydin. Sokaklar sana çıkmazdı. Sokaklar kimseyi kimseye ulaştırmazdı. Sadece yürümek için yapılmış bir asfalt. Soğuk ve çöp dolu. Çoğu alanı arabalar tarafından işgal edilmiş. Arabalar ve binalar arasındaki kaldırımlarda çiftler sarmaş dolaş. Gülüşmeler ve bazen de tartışmalar. Bedenimi zehirleyen bir sakinleştiricinin etkileri böyle olamazdı. Yürüdükçe uzayan bir yol bu denli rahatsızlık verici kalamazdı.
Terli bir akşamı hasta edecek tek şey, içilen vodkalardır. Terli bir yalnızlığı lekeleyecek tek şey, asilleşmemiş olmasıdır. Yüzümüzü yıkadıktan sonra bir kez daha aynaya baktığımızda gördüğümüz şey biz değilsek, ve çok yabancıysak, biz de terliyizdir. Biz de hastayızdır. Biz de yalnızızdır. Biz de ateistizdir. Biz de nefessiz yaşayanlardanızdır. Ki sen kaldı gitti tanrısın. Herşeyi bilen yaşatansın. Evet evet, sen herşeyi tahmin ederek yaşatansın. YAŞATAN. Herşeyin sebebi sonucu sensin. Kabul etmediğin gerçeklerine boğulan, ilginç bir tanrısın. Halbuki kaldırımı insancıklar kaynayan şu sokak bile senden daha asil. Daha sevecen. En azından terketmiyor, kendinden tiksindirmiyor.
Bir tanrı olabiliten yüksek. İnanılmışsın zamanında. Tapılmışsın. Radikal kararların varmış. Melek gibi bir yüzün olduğu gibi, en çirkin varlık suratına da sahipsin. Her gece saçlarına dokunmak ibadetti mesela. Sana dayanmış hayallere ortak sanmak seni. Çünkü sana dayalı hepsi. Domino etkisi. Tek bir taşı yıktığın an zincirleme hepsinin yıkılması. Taşların gece gece büyümesi. Hepsinin koskoca birer apartmana dönüşmesi. Ve hepsinin üzerine tek tek yıkılması. Göçük altında kalan minik rollerin bağırışları. Kimisi bir piknikteki gülümseyiş, kimisi bisikletinin zinciri kırılan bir kız, kimisi gözleri dolu dolu bakan bir insan, kimisi odasını altına üstüne getiren bir ben, kimisi de sen, kimisi de hep sen; hep sen mi doludur buralar bilemem. Ki sen öyle bir "Sen"e büründün ki, sen yoksun aslında. Sen gittin. Sen bir miladdın, başlangıçtın.
Sen bir tanrıydın savunuşlarımın en derinlerinde sakladığı tek radikal varlığımdın. Şimdilerde hiçbiri miyim neyim, şimdilerde neyim bilemedim. Yada şimdiler diye bişey yok. Hiçbişey. Tüm belgisizlikler bedenimi zonklatırken, arayışlarımı kesip kesip atan tek bir bıçaktı yaptıkların. Köreltemedim. Hiçbirimiz körelemeyiz. Hiçbirimiz leş değiliz. Öldüğümüz zaman dirilemeyiz.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Hiçbiryerden kimseye not.

Yürüyüşe çıktığım her zifirilikte kendimi kaybetmekten korkuyordum hep. Bilmezdim o dinginliğin yarattığı zihinsel kıvılcımların çakralarımdan fışkıracağını. Yada bilmezdim bir köpeğin gecenin 3ünde bana yoldaşlık edeceğini. Kaldırımın parke taşlarını saymayı bırakalı kaç kaldırım değiştirdim bilmiyorum. Tek bildiğim evimden çok uzakta olduğum. Geri dönemeyişlerimin bahanelerini hep soğuk havaya katıştırarak ısınmaya çalıştım, olmadı. Ve yıldızların oluşturduğu o muhteşem gösteriye dalmış olmanın verdiği rehavet belki de bir insanın kitap okuyuşu kadar değerliydi. Zaman akışkandı. Bedenimden süzülen su damlalarının yere düşüşü herbir saniye gibiydi. Saatlerdir duşta oyalanan bir çocuktum ve suda kalmaktan büzüştüm. Her su zerreciğinin tenime etkisi büyük oldu.
Sanki saatlerdir bu kayada oturan ben değilmişim gibi bir his kapladı yine bedenimi. Sanki saatlerdir ben bu lanet olası kayada zehirli bir yosundum da, kimse bilmiyordu. Her gece ay ışığına olan haykırışlarımı kaya bile duymadı. Peki sen nerdeydin? Bu aptal dünyaya varlığını armağan edemeyecek kadar meşgul bir yosunun neresindeydin. Ne zaman gözümü kapatsam ve açsam aynı manzarayla karşılaşmama ümidiyle gözlerimi yıllardır kırpıştırıyor olmam ümidim olduğunu göstermez. Sadece sabırlıyım. Hepsi bu. Bu geceyi diğerlernden ayıran tek şey bu köpek ve bu manzara. Eminim birkaç gün sonra yine bir yürüyüş yapacağım ve bundan yine insanlığın haberi olmayacak. Saatlerce yürüyüp kafa patlatacağım. Sonra kaybolduğumu farkedeceğim ve kimsenin umrunda olmayacak. Tıpkı senin olmadığı gibi.
Kayboluşlarım gecenin karanlığına karışmaktayken sen yıllardır sürdürdüğün dostluk senfonilerine boğulmuşsun. Bunun ilacı yok. Yürüyüşlerin mesela. Kısa mesafe olarak başladığım yolları zombiye dönecek hale gelene kadar uzatıyor olmamın tek bir anlamı var. Biryere ulaşamıyor olmam. Biryere gidemiyor olmam. Orda duramıyor olmam, burda barınamıyor olmam. Zaten son zamanlarda sen de kimsesin. Aslında sen herkessin de, ben hiçbiryerim.
Ben Hiçbiryerim.

20 Aralık 2012 Perşembe

21 Aralık

Bu gece son diyorlar. Matem tutacak değilim emin ol. Yaşadıklarımız belki bugün bitseydi mutlu bile olabilirdim. Gerçekten. Neden mutlu olurdum bilmiyorum ama şu sokaktaki karmaşa bitseydi içimdeki bazı sular durulurdu diye düşünüyorum. Yada şu aptal sancılar. Gece uyuyamayışlar. Ve her gecenin bir sabahının oluşu sorunsalı bitse mutlu bile olabilirdim. Çünkü her akşam biten gece, ertesi gün bir sabahla başlıyor ve başlayan her sabah yine bir geceyle bitiyor. Yaşadığın karmaşalar da bununla paralel seviyede. Biri bitiyor öteki başlıyor. Yada hiç bitmiyor birbirleriyle iç içe geçiyor. Bunları düzeltecek bir son olsaydı mutlu olabilirdim.
Bir keresinde çok içmiştim ve yolda yürürken gördüğüm inşaata kendimi atmıştım. Hava dehşet derecede soğuk ve yağmurluydu. 4. kattan Eskişehir sarhoş bir kadına benziyordu ve ağlıyordu. Sen yoktun mesela o an. Sen öyle bi yoktunki orda, ellerimi eldivenler bile ısıtmamaktaydı. Aşağıdaki şantiye köpeğinin havlamalarından başka kulağımı tırmalayan bir ses de yoktu. Sen öyle bir yoktunki orda, şantiyenin lanet harfiyatları elimi yüzümü parçalayacaktı yalnızlığımdan. Ve sarhoş kadının hıçkırıkları kulaklarımı tırmalarken ben kendimi boşluğa bırakmak istedim. Sonra aklıma binbir türlü palavralar geldi. Aileymiş, sevdiklerinmiş. Aslında o ipin koptuğu yerde onların da bi önemi kalmıyor. Bunu daha sonra farkediyosun ama farketmek istemiyosun. Sanki hazırolda bekleyen askerin suratına konan sinekten haberdar olduğu ama birşey yapmak istememesi gibi.
Bir keresinde yine çok içmiştim. Ve yine sen yoktun. Zaten hep sen  yokken çok içiyordum. Hep öyle olmuştu. Senin boşluğunu binbir türlü alkolle doldurup, soğukta yürümeye çıkıyordum. Yalnızlığın yakıcılığını bastırsın diye montumu da giymiyordum. Ve yürüyordum. Sanki bulunduğum anı terketmek istercesine. Emin ol o an imkanım olsa keşfedebilirdim ışınlanmayı ve biryerden biryere zıplamayı. Emin ol o an imkanım olsa keşfedebilirdim hayatıma son noktayı koymayı ve yokolmayı.
Bir keresinde kimse yoktu. Ve ben vardım. İdeallerim vardı, hayallerim vardı. Hiçbiriniz yoktunuz. Tek varmak istediğim nokta vardı ve ben oraya doğru yüzmeye çalışan bir amatör yüzücüydüm. Sonra geldiniz ve hayatımın içine ettiniz. Neden bunu yaptınız, ideallerimi hayallerimi herşeyimi neden değiştirdiniz?
Bu gece son diyorlar. Matem tutmuyorum. Gerçekten bak.. Yaşadıklarımız bugün bitecekse aslında çok şey kaçırdım demektir. Ama yşaadığım şeyleri hep doğru olduğunu düşünerek yaptım. Bundan eminim. Neden mutlu olurdum eskilerde bilmiyorum. Ama şu sokaktaki karmaşa yok mu.. Beni hiçleştiriyor. İçimdeki suları kabartıyor.. Çünkü her akşam biten bir gece, ertesi gün ise başlayan yeni bir gün var. Birgün bitecekse de ben olmayacağım zaten. Ne de gündelik kaygılar.. Bunlar son bulduğunda gerçekten mutlu olacağım.

Şişeler 21 Aralık'a kalkıyor..

19 Aralık 2012 Çarşamba

.

Soğuk bir duşta kasılan bedeni ele geçiren duygulardır aslında seni uyuşturan.
Bildiğin en güvenli en sakin yere kaçmak istersin ama o zaten oradadır.
O heryerdedir.
Bildiklerini bile unutturacak kadar seni kasıp kavuran bu içselliği nasıl da dışa vurmadan yaşarsın bilemezsin.
Tek bildiğin rahatsızlık, bir huzursuzluk ve kapının kenarına dizdiğin şişeler.
Onlar senin kanıtlarındır.
Hayata dair hissettiğin her ne varsa uçup gidecek gibi olur her güvensiz olduğun söylendiğinde.
Oysa sen kendi yastığına bile ihanet edemezsin geceleri.
Burnundan oluk oluk nefesi bedenine doğru girerken aslında hep istediğin şeyin o olmadığını farkedersin her dakika her saniye her salise ve her an.
Ve bunu farkettiğinde hayatındaki seni uyaran o yüce bilge aklına gelir.
Gülümsersin.
İşin içinde bi komiklik vardır.
O da aslında sensindir.
Çünkü herşeyden yakınan da sensin, hiçbirşeyi değiştirmeyen de.
Ne kadar aptalsındır sen aşk karşısında..
Ne kadar çaresizsindir bu çıkmaz kuyularda..

14 Kasım 2012 Çarşamba

Messi Türkiye'de!

Uzun zamandır kusmuyorum diye seviniyordum aslında. Bu sayfaya ne kadar seyrek ziyaret olursa işler o kadar yolunda demektir benim için. Herşeyimin yine karman çorman olduğu şu süreçlerde, bir yandan sınavlarımla uğraşmakta, bir yandan insanların sinirlerini sabırlarını(!) zorlamakta-tabi onlara göre-, bir yandan da şu baş ağrılarıma bir çözüm bulmakla uğraşmaktayım. Sınavlarım berbat. Aynı zmaanda insanların tahammülleri sıfırlanmış ve haberim yok bu durumdan. Anlamıyorum sizi artık ya? Sizi gerçekten anlamıyorum. Ama bugün bi fark var. Artık anlamak da istemiyorum ya! Abi ben bu ilacı almak zorunda mıyım? Ben bu ilacı içmek zorunda mıyım? Ben bu lanet olası ilacı her hayatım dibe vurduğunda bir can simidi gibi alıp uyumak zorunda mıyım? O senin bildiğin horultulu uykulardan değil. İçiyosun canım bunu, sonra domalıp götten veriyorsun bir nevi. Yani o kadar acı verici bir süreçki.. Allah yaşatmasın diyelim tabi varsa. Herşeyin en başına dönecek olursak uzun zamandır almıyordum bu ilacı. Uzun zamandır da bişeyler yazmak istemiyordum. Edebiyat kaygısı gütmedim bu sefer. O uzun uzadıya manalı şeyleri saatlerce içimi dolduran şarkılardan sonra yazmak istemedim. Yazardım, hep herşey edebi kalırdı. Sonra aşkı ve hayatı hep edebi sanıyosunuz ama işte yok öyle bişey. İnsanlar ağzınıza çatır çatır sıçarlar ve siz götünü sildiği peçeteyi de sosu olarak kabul edip yersiniz. Hayat işte bu. Bu yüzden ekstrem şeyler beklemeyin. Anneniz sıçar, sevgiliniz sıçar, patronunuz sıçar, arkadaşınız sıçar, çocuğunuz ergenlikte sıçar, hep sıçar. Siz susarsınız ama o lanet olası yaratılmış ve tanrının kovduğu kadar varmış dediğimiz yaratıklar-insanlar- SIÇAR.

Lustral. Hımmmm. En sevdiğimden. Yanında bir de su varsa ne iyi olur. Yüksek doz alıp komaya girmek ve bu bedenimin sıçtıklarınızın altında ne kadar ezildiğini görmenizi isterdim. Ama eminim hepinizin gözünü ıkınmak bürüdüğü için burda çürüyüp giden bir bedenin farkına bile varmazsınız eminim. Hepinizin canı cehenneme.