14 Haziran 2013 Cuma

Gepetto.

Bileklerim bu hararetli konuşmadan etkilenip galyana gelen birer vatandaş. Heran dediklerimi yapmak için hazırda beklemekteler. Yüreğim bu hararetli saatlerin saniyeleri. Her atışında bir adım daha öteye taşır hayallerimi. Gülümsemen bir katil. Tam olası kurtuluşlarımı en ıssız anlarında gafil avlayan bir zorba. Sessizliğin ölüm. Yaşamak için can atan bir güvercinin can çekişirken yaptığı anlamsız refleksleri bile kısıtlayacak kadar gaddar. Yüzün. Unutmamak için direttiğim tek hatıra. Yüzün en sığ yanım. Yüzünün yumuşaklığı düşlerimin yorganı. Gülümseyen yüzünün tarifi olmadı bu dünyada. Kelimelerimin bile  yetersizliğe ulaştığı tek ütopya. Gözlerini kısışın mabet oldu bugüne kadar. Artık yakıp yıkılmış, uzaklaştırılmış olsam da tek hissettiğim bir yerlerde o gözün yine bir yerlere bakarken kısıldığı. Lütfen ağlamamış ol diye yalvarışlarım minik serçe. Eminim her biri senin gününü büyülemek adına çevrende uçuşup en üzgün anında duyman için ötüşüyorlar. Tenin. Tenin tenimdi. Öyle kalmalı. Şevkatin benim annemdi. Sonsuza dek yitirmek istemediğim bir oyuncağımdı. Onu yastığmın kenarına koyar yatardım. Terlediğinde uzaklaşsan da ayağın ayağıma değerdi. Değerdi ki bilirdim. Akardı tenime şevkatin. Heveslerin bıçaktı. Her biri çeliştikçe saplanan çelikten bıçaktı. Üstelik çok ucuza almıştın. İndirimdeydi her daim. Kızgınlığın babamdı. Hatırlamakta zorlandığım o otoriteydi. Susardım. Kızsam da kavga etsek de susardım. Çünkü baba her zaman haklıydı. Tokan hayatımdı. Denizatın da öyle. Amacın amacımdı. Amacın hep amacımdı. Benden kaçışın anlamsızdı. Bakakaldım. Uzaklaşışın can yakıcıydı, donup kaldım. Başkalaştığın her dakika yüreğime heveslerin saplanırdı fotoğraflarındaki gülümsemelerin tarafından. Başkalaştın. Uzaklaştın. Şu soğuk odada, bu koskoca yatakta, yalnız başıma kaldım. Orta boyutlarda bir kutuda hayallerimiz. Biriktirdiklerimiz. Sosyal medyada gizlenen yüzlerce resmimiz. Tenimizdeki izlerimiz. Aradığımız kişilerde aradığımız özelliklerimiz. Sahi hiç mi hissetmedin bir başkasında bana ait bir hissi belirgince? Sence nedendi? Doğru. Yaşanmışlıklar solup giderdi. Tıpkı benim gibi. Bileklerim bu hararetli yazıdan etkilenip galyana gelen birer vatandaş. Heran dediklerimi yapmak için birer emir kulu. Yüreğim sızıltıların habercisi. Her atışında adım adım gidişin yansır gözüme. Gülümsemen. Keşke gülümsesen. Keşke o tanrıyı aratmayan ihtişamınla beni yine büyülesen. Gözlerini kıssan. Dişin gözükse. Dalga geçsem. Yüzünün kokusunu taa buralardan hissedebilsem. Tapsam yeniden.

Keşke yeniden gelsen o gittiğin yerden de, burdaki kuklayı yokedebilsen. Çünkü seni hiç oynayamıyor. Bir kere beni gördüğünde şerit değiştiriyor. Benden tiksiniyor. Kokusunu hissettirmiyor. Bana bakmıyor bile. Sen gibi kokmuyor. Keşke sen gibi kokan bişey olsa da.. Keşke senin gibi saran birşey olsa da. Sussa şu gözlerim.


http://www.youtube.com/watch?v=biNwRyROLX0

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Yabancı

- " Kurtulamıyorum
Nefes alamıyorum.
Yoksun.
Katlettin beni.
Yok oluyorum.
Niye? "



Yine sıcak bir yaz sabahının ardından, güneşin ilk ışıklarıyla dünyanın dönüş yönündeki yoğunluğa karışmak amacıyla, biraz da geç olsa gözlerini araladı. Karşısında ilk gördüğü şey umutları, hayalleri, yüreğiydi. Çocuktu. Ne yaşadığını bilmiyordu. İçiyordu sık sık. Sabah saat 6 da gün doğuşunu izlerken içtiği bira şişeleri yatağının kenarındaydı. Onlarla uyumuştu. Dün gece içinden geçirdiği cümleleri düşündü. Güneşin doğacağını hissettikleri an ötüşen kuşlar gibi o da yine bir günü devirmenin mutluluğunu cebine hasretiyle beraber koydu. Kutusu biraz yıpranmıştı hayalinin. Ama yine de cebinde taşımaya devam ediyordu. Yüreğini sık sık ısıtan, sık sık da soğutan bu hayali ömrünün sonuna kadar bırakmayacaktı. Emindi. Birasından son yudumu alırken nedense gözleri dolmuştu. Polen alerjisi deyip umursamadı ama, yalnızlığın biriktirdiği tortular gözünü yoklamaktaydı.


Kalktı. Yatağını eskiden toplardı. Odasındaki o çamaşırlar ayaklarına dolanıyordu. Toparlanmalı diye düşündü. Hep bunu düşünüyordu çocuk. Bir de hayalini. Sonra yavaşça gerindi. Zar zor penceresini açtı. Kuşlar hala cıvıldamaktaydı. Not kağıdında yapılması gereken o iğrenç işler vardı. Günlerce ertelediği, üşendiği ve umursamadığı o mecburi işler. Çok dağılmıştı. Nasıl toparlanacaktı bilmiyordu. Tek istediği kaçmaktı. Tek istediği uçarak uzaklaşmaktı.


Evden çıkarken son bir kez ceplerini kontrol etti. Tüm dünya zımbırtıları cebinde, hayali öteki cebindeydi. Sokağa çıktı. Kalabalığa karıştı. Saatlerce işlerini halletti. Hiç konuşmadı. Güneş yavaş yavaş binaların arasından süzülürken, kendi kendine iyileşme senaryoları yazmaktaydı. Olamamıştı. İyi olmak zorundaydı ama olamıyordu. Her aklına gelişinde eli cebindeydi. Düşüreceğim korkularıyla hayalini avuçlarıyla sımsıkı tutmaktaydı.



Akşam üzeri alması gereken şeyleri hatırladı. Mesaj gelmişti. O karanlığa girmek zorundaydı. Girme vaktiydi. Korkarak ve titreyerek gitti. Evet, titredi çocuk. Sanki o uzun süre hayaliyle kucaklaşamayıp, sonunda onu kollarına alacağı günkü beklediğindeki gibi.


Titremelerini ayağını yere vurarak gösteriyordu. Ayağını yere vuruyordu durduk yere. Sallanıyordu. Farkında olmadan dudaklarını kemiriyordu. Çevrede insanlar el ele yürüyor, bişeyler taşıyor ve bir paketçi bir apartmana siparişleri teslim etmek için giriyordu. Çocuk havayı soluyordu. Sağ eli cebindeydi. Sımsıkı hayalini tutuyordu. Sımsıkı. Gittiği gün ona sarıldığı gibi. Çocuk her kapı sesinde irkiliyordu. Gözleri kapıya doğru dönüyordu. Fakat bir türlü o an gelmiyordu. 


Kapı açıldı. Hiç tanımadığı birisi geldi. Tanımadığı birisi hayallerinden bir parça daha getirmişti. Konuşulmuyordu o an. Eli sımsıkıydı. Eli fotoğraftaki gibi kenetlenmişti hayaline. Yüreğiyle tutmuştu. Boğazındaki kelimeler parmaklarından hayaline doğru akıyordu. Bunu öylesine güzel hissediyordu ki, o an dünyanın durmasını isteyebilirdi. Sonsuza dek sürmesini isterdi. Sonra herşey bianda geri çekildi. Tamamı beynine hücum etti. Bütün dünya, bütün yeryüzü, bütün kainat sanki beynindeki o karadelikte yutuluyordu o an. Önce beyni, sonra hayalleri, sonra kendisi, sonra tüm yeryüzü.. Bunun gerçek olmasını istedi o an.

"Belki de son" dedi. "Belki de son bir çözümdür" dedi tüm ruhuna hitaben. O sırada yabancı birileri birşeyler mırıldandı. Ama çocuk orada değildi. Çocuk nefesinin ciğerlerinden kana nasıl karıştığını, kanın beynine nasıl hücum ettiğini ve bedeninin ne nasıl titrediğini hissetmekle meşguldü. Elindeki kutu ısınıyordu. Dokunamadı bile diğerine. Elindeki poşetlerden birine koydu. Sonra biranda tüm müziğin bir noktada toplanması gibi herşey sustu. Kan akışı durdu. Bedeni titremeyi bıraktı. Nefesini tuttu. Yabancının gözlerine baktı. Yabancıydı. Yabancı olmayı çok hakediyordu. Elinde tuttuğu o minik hayali nasıl bu kadar yabancıladı bu yabancı diye düşündü. " Beynimi kemiren onca şey seni de kemiriyor mu?" diye sordu kendine içinden. Yabancı hiçbişey duymamıştı. Hayali onu çok farklı noktaya götürmekteydi. Başka şeyleri düşündürmekteydi. Sanki orda tanrıların tiyatrosu oynanıyordu da, hiçbir seyirci yoktu. Sanki orada tüm kainatın mahkemeleri kurulmuştu da tek zanlı çocuktu. Üzerine dikili o hayale benzeyen gözlerden çok korktu. Çok içlendi. Gözlerini yere çevirdi. Sonra tekrar güç alıp baktı.

Tekrar titriyordu. Sanki durmuş bir saat tekrardan çalışmaya başlamıştı. " Görüşürüz" dedi istemsizce. Biliyordu. Eğer bir yabancıyla bir kez daha görüşülseydi o kişi yabancı olmayacaktı. O kişi zaten yabancı değildi. Yabancı olmayı seçtiği için yabancıydı. "Keşke yabancı olmasaydı" diye yine o bacaklarına bağladığı keşkelere yenisini ekledi. Zaten çok zor yürüyordu. Neden böyle bir cümle kurduğunu kendisi bile bilemedi. Yabancı tek kelime bile etmedi. Belki de çocuk duymadı. Yolunu şaşıran çocuk ters istikamete doğru yürüdü. Sonra 3. adımda bunu farkedip yönünü değiştirdi. 

Yabancı gözden kayboldu. Çocuk evinin yolunu tuttu. Bu sırada sokakta insanlar yürümekte, bir çocuk topunu arabanın altına kaçırmakta,
 ve çok yakın bir sokaktan araba kornası kulakları tırmalamaktaydı. Çocuk saçlarının alev aldığını sandı. Ellerini götürdü. Herşey normaldi. Beyninin yandığını düşündü. İçerisi alev alevdi. Yüzü alev almıştı. Gözlerinin saçtığı alevden kendisi bile terlemişti. Elleri aksine buz gibiydi. Adımları seyrekti. Yavaştı. Biran sarhoşken de böyle miyim diye düşündü. Bilmiyordu. Merdivenleri ağır ağır çıktı. Tüm herşeyin yaşandığı o iğrenç odaya geldi. Poşetleri narince yere koydu. Gözlerindeki sıcakla fokurdayan burun kanallarından sümüğü akıyordu. Sertçe onu içine çekti. 

Yeni başlayacağı defterini aldı. Usulca kaleminin ucunu açmaya koyuldu. Hayatı da kalemi gibiydi. Hep bunu düşünmüştü. Hayatı boyunca kaç kalem tüketeceğini düşündü. Bu kalemler yabancılar sayesinde artıyordu. Önemsemedi. Tüm bu defterler ve kalemler yabancılar yüzünden var diye düşündü.


Yemin etmişti. Kendini uyuşturmak yoktu. Yeminler tutulmak içindi. Çünkü biliyordu, ne zaman birine söz verse, kendisi kalana kadar o yeminle devam ediyordu. Sonra o yeminle beraber kalınıyor, içiliyordu. Bir ayağında bağlı olan keşkeler, öteki ayağındaki yabancıların tutamadığı yeminler yürümeye öyle alışmıştı ki, artık onların bacaklarını kesişini hiç hissetmiyordu bile.



Derin bir nefes aldı. 

Ve yazmaya başladı.

- " Kurtulamı..

17 Nisan 2013 Çarşamba

Belirsizliklerin bedeni


Bir tanrıya inanış kadar gerçekçi savunuşlarımın ardındaydın sen. Radikaldin. Hararetliydin. Nefesimi ısıtan muhtemelen sendin. Her soğuk havada sokakta yürürken ağzımdan çıkan o buhar gibiydin. Sokaklar sana çıkmazdı. Sokaklar kimseyi kimseye ulaştırmazdı. Sadece yürümek için yapılmış bir asfalt. Soğuk ve çöp dolu. Çoğu alanı arabalar tarafından işgal edilmiş. Arabalar ve binalar arasındaki kaldırımlarda çiftler sarmaş dolaş. Gülüşmeler ve bazen de tartışmalar. Bedenimi zehirleyen bir sakinleştiricinin etkileri böyle olamazdı. Yürüdükçe uzayan bir yol bu denli rahatsızlık verici kalamazdı.
Terli bir akşamı hasta edecek tek şey, içilen vodkalardır. Terli bir yalnızlığı lekeleyecek tek şey, asilleşmemiş olmasıdır. Yüzümüzü yıkadıktan sonra bir kez daha aynaya baktığımızda gördüğümüz şey biz değilsek, ve çok yabancıysak, biz de terliyizdir. Biz de hastayızdır. Biz de yalnızızdır. Biz de ateistizdir. Biz de nefessiz yaşayanlardanızdır. Ki sen kaldı gitti tanrısın. Herşeyi bilen yaşatansın. Evet evet, sen herşeyi tahmin ederek yaşatansın. YAŞATAN. Herşeyin sebebi sonucu sensin. Kabul etmediğin gerçeklerine boğulan, ilginç bir tanrısın. Halbuki kaldırımı insancıklar kaynayan şu sokak bile senden daha asil. Daha sevecen. En azından terketmiyor, kendinden tiksindirmiyor.
Bir tanrı olabiliten yüksek. İnanılmışsın zamanında. Tapılmışsın. Radikal kararların varmış. Melek gibi bir yüzün olduğu gibi, en çirkin varlık suratına da sahipsin. Her gece saçlarına dokunmak ibadetti mesela. Sana dayanmış hayallere ortak sanmak seni. Çünkü sana dayalı hepsi. Domino etkisi. Tek bir taşı yıktığın an zincirleme hepsinin yıkılması. Taşların gece gece büyümesi. Hepsinin koskoca birer apartmana dönüşmesi. Ve hepsinin üzerine tek tek yıkılması. Göçük altında kalan minik rollerin bağırışları. Kimisi bir piknikteki gülümseyiş, kimisi bisikletinin zinciri kırılan bir kız, kimisi gözleri dolu dolu bakan bir insan, kimisi odasını altına üstüne getiren bir ben, kimisi de sen, kimisi de hep sen; hep sen mi doludur buralar bilemem. Ki sen öyle bir "Sen"e büründün ki, sen yoksun aslında. Sen gittin. Sen bir miladdın, başlangıçtın.
Sen bir tanrıydın savunuşlarımın en derinlerinde sakladığı tek radikal varlığımdın. Şimdilerde hiçbiri miyim neyim, şimdilerde neyim bilemedim. Yada şimdiler diye bişey yok. Hiçbişey. Tüm belgisizlikler bedenimi zonklatırken, arayışlarımı kesip kesip atan tek bir bıçaktı yaptıkların. Köreltemedim. Hiçbirimiz körelemeyiz. Hiçbirimiz leş değiliz. Öldüğümüz zaman dirilemeyiz.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Hiçbiryerden kimseye not.

Yürüyüşe çıktığım her zifirilikte kendimi kaybetmekten korkuyordum hep. Bilmezdim o dinginliğin yarattığı zihinsel kıvılcımların çakralarımdan fışkıracağını. Yada bilmezdim bir köpeğin gecenin 3ünde bana yoldaşlık edeceğini. Kaldırımın parke taşlarını saymayı bırakalı kaç kaldırım değiştirdim bilmiyorum. Tek bildiğim evimden çok uzakta olduğum. Geri dönemeyişlerimin bahanelerini hep soğuk havaya katıştırarak ısınmaya çalıştım, olmadı. Ve yıldızların oluşturduğu o muhteşem gösteriye dalmış olmanın verdiği rehavet belki de bir insanın kitap okuyuşu kadar değerliydi. Zaman akışkandı. Bedenimden süzülen su damlalarının yere düşüşü herbir saniye gibiydi. Saatlerdir duşta oyalanan bir çocuktum ve suda kalmaktan büzüştüm. Her su zerreciğinin tenime etkisi büyük oldu.
Sanki saatlerdir bu kayada oturan ben değilmişim gibi bir his kapladı yine bedenimi. Sanki saatlerdir ben bu lanet olası kayada zehirli bir yosundum da, kimse bilmiyordu. Her gece ay ışığına olan haykırışlarımı kaya bile duymadı. Peki sen nerdeydin? Bu aptal dünyaya varlığını armağan edemeyecek kadar meşgul bir yosunun neresindeydin. Ne zaman gözümü kapatsam ve açsam aynı manzarayla karşılaşmama ümidiyle gözlerimi yıllardır kırpıştırıyor olmam ümidim olduğunu göstermez. Sadece sabırlıyım. Hepsi bu. Bu geceyi diğerlernden ayıran tek şey bu köpek ve bu manzara. Eminim birkaç gün sonra yine bir yürüyüş yapacağım ve bundan yine insanlığın haberi olmayacak. Saatlerce yürüyüp kafa patlatacağım. Sonra kaybolduğumu farkedeceğim ve kimsenin umrunda olmayacak. Tıpkı senin olmadığı gibi.
Kayboluşlarım gecenin karanlığına karışmaktayken sen yıllardır sürdürdüğün dostluk senfonilerine boğulmuşsun. Bunun ilacı yok. Yürüyüşlerin mesela. Kısa mesafe olarak başladığım yolları zombiye dönecek hale gelene kadar uzatıyor olmamın tek bir anlamı var. Biryere ulaşamıyor olmam. Biryere gidemiyor olmam. Orda duramıyor olmam, burda barınamıyor olmam. Zaten son zamanlarda sen de kimsesin. Aslında sen herkessin de, ben hiçbiryerim.
Ben Hiçbiryerim.